PROBİYOTİKLER
İnsanın yaratılmasından sonra başlayan beraberlik, nesilden nesile aktarılmak suretiyle devam ediyor. Öyle ki, onlar olmaksızın bir yaşamın sürdürülmesi mümkün gözükmemektedir. O halde, bu dostları daha yakından tanımakta fayda var.
Aslında her ne kadar günümüzde çok daha fazla araştırmalara konu olsada, modern tıbbın kendisi ile tanışmasının ve ilgisinin geç başladığını söyleyebiliriz.
Hatta, kendilerine ilişkin bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında çok azdır. Kuşkusuz, bildiğimiz ölçüde sağlığımızın sürdürülmesi ve tedavi olanakları konusunda oldukça önemli aşamalar sağlanacağı aşikardır.
Merhaba, ‘benden sana zarar gelmez’ anlamını taşıyan bir sözcüktür. İşte insan henüz başını bu dünyaya uzatmadan bu dostlar o’na merhaba der, yani ‘bizden sana bir zarar gelmez’…
Bu ilk merhaba, annenin doğum kanalından geçerken duyulur ve daha sonra annenin emzirmeye başlamasıyla devam eder. İşte ilk flora dediğimiz bakteri toplulukları bu dönem de oluşmaya başlar.
Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalar, söz konusu floranın sağlıklı olması halinde, bebeğin bağışıklık sisteminin çok daha güçlü olacağını göstermektedir. Normal doğum yoluyla değil de sezeryan ile doğan çocuklarda alerjik hastalıkların daha sık rastlanmasının altında bu neden yatmaktadır.
Artık bir salgın gibi sıkça karşılaşılan alerjik hastalıklarda, sezeryan kadar, kullanılan antibiyotiklerin florayı bozguna uğratması da rol oynamaktadır. Bu düzelme eğer anne sütü ile besleniyorsa daha çabuk olmakta, eğer mama ile besleniyorsa, işte o zaman oldukça sorunlu günler o bebeği bekliyor demektir.
“Bebekler masumdur”
Nasıl dünyaya gelecekleri ve nasıl beslenecekleri konusunda herhangi bir iradeleri yoktur bebeklerin. Anne ve babalar hangi tercihte bulunacak olursa, bebekler ona uyacaktır. Bu nedenle zorunlu bir gereklilik yok ise normal doğumu tercih edelim, keza yine çok mecbur kalınmadıkça antibiyotiklerden bu masum çocuklarımızı uzak tutalım!
Son yıllarda, zorunlu olarak sezeryan ile doğan bebeklere, normal flora oluşması için kullanılan yöntemlerden biri olarak vajinal sürüntünün bebeğin ağzına ve burnuna sürülmesi tercih edilmektedir.
Her geçen gün tıp dünyası antibiyotiklere direnç kazanan bakteriler ve onlara karşı geliştirilmiş daha geniş spektrumlu antibiotiklerle tanışmaktadır.
Bu kadar çok alerjik hastalıkla karşılaşmaktan korkmayın, bakın tıp endüstrisi buna da çözüm buldu! Artık çok daha duyarlı ve hassas alerji aşıları var. Alerjiye neden olan alerjeni tespit etmek ve ona karşı çocuğu duyarsızlaştırmak daha kolay.
“O halde, kendimizi ve çocuklarımızı ‘tıp endüstrisine’ kurban etmemek için ‘probiyotik’ diyelim. Bu konuda söyleyeceğim son şey, daha söylenecek pek çok şeyin olduğudur.”
Hayata Merhaba!
Bağırsağımızın örtüsü, hayata hemen ilk merhaba dedikten hemen sonra oluşmaya başlar, zira annemizin karnında iken bağırsaklarımızda hiçbir canlı yoktur. İlk doğum yolunda karşılaştığımız bu küçük canlılar, bizim bağırsak örtüsünü yani mikrobiyotamızı oluşturur.
Doğum şekli, bağırsaktaki küçük canlıların yapısını belirler. Normal yolla doğan bebeklerde annenin rahim ağzındaki bakteriler bağırsağın mikrobiyotasını belirlerken, sezeryan ile doğan bebeklerde hastanedeki bakteriler bebeğin bağırsak örtüsünün kompozisyonunu oluşturur.
Bununla birlikte bebeğin erken ya da geç doğması, hastanede ya da evde doğması, anne sütü alıp almaması, antibiotik kullanıp kullanmaması gibi etkenler oluşacak olan bağırsak örtüsünü belirleyen koşullardır.
Anne sütü alan bebeklerde mikrobiyotanın büyük kısmını Bifidobakteri’ler oluştururken, mama ile beslenen bebeklerde E. Koli, K. Diffikıl, B. Frajilis ve Laktobasillus’lar daha yaygın görülür.
“Burada en önemli konulardan biri, bebeklerde, bağırsak mikrobiyotasının oluşumunda ortaya çıkan bu farklılığın, bağışıklık sisteminin oluşumunda ve alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında önemli bir belirleyici olduğudur. ”
İlk bir yaşından sonra bağırsak örtümüz şekillenir ve genç bir insanınki ile hemen hemen aynı olmaya başlar ve erişkin dönemde artık son şeklini alır. Bu dönemde bağırsak mikrobiyotasının en büyük kısmını, Firmikutes’ler ve Bakteriodes’ler oluşturur.
Ancak ilerleyen yaşla birlikte bağırsaktaki bu kompozisyon yine değişir ve hem bu küçük canlıların hem çeşitliliği ve hem de sayısı azalmaya başlar. Ayrıca bu dönemde, beslenme alışkanlıkları, kullanılan ilaçlar, yaşanılan ortam ve alışkanlıklar bizim mikrobiyotamızı belirleyen temel unsurlardır.
O halde yaşam tarzımız, aile floramız, herhangi bir nedenle kullanmakta olduğumuz ilacımız, yediğimiz yiyeceklerimiz, hastalıklarımızın altında yatan nedenler olarak ortaya çıkar.
- Bağırsağımızdan kan dolaşımına, zararlı maddelerin geçişini engelleyen bir bariyer vardır. Bu yapı sıkı bağlantı proteinleri, sümükümsü bir örtü tabakası, koruyucu bağışıklık hücreleri ve sözünü ettiğimiz yararlı küçük canlılardan oluşur.
- Zira burası, sağlığımız için son derece önemlidir. Çünkü, bağırsağımızdaki bu yapı zarar görecek ve bozulacak olursa, aşırı geçirgen bağırsak sendromu denilen durum oluşur. Tıp’ta bugün ‘Leaky Gut’ olarak adlandırılan sendromun pek çok hastalığın temelinde yer aldığı ileri sürülmektedir.
- Vücudumuzun, dışarı ile temas halinde olan bir dış bir de iç yüzeyi vardır. Dış yüzeyi dediğimiz kısım, deri ile kaplıdır ve dışardan gelecek enfeksiyon ve travmalara karşı bizleri korur.
- Aynı şekilde, ağzımızdan başlayıp anüse kadar devam eden sindirim sistemimizde de koruyucu bir tabaka vardır ki buna da mukoza diyoruz. Burası her ne kadar iç organlarımız olsa da dış dünya ile temas halinde olduğu için sonuçta vücudumuzun dışı olarak kabul edebiliriz. Bu yüzden mukozamız, dışardan gelebilecek enfeksiyonlara, fiziksel ve kimyasal zararlı etkenlere karşı bizleri korur.
- Bağırsağımızdaki hücreler, tek sıra dizilmiş askerler gibidir. Kollar birbirine geçmiş gibi, sımsıkı bağlıdırlar. Buradan istenmeyen maddelerin içeri girmesine izin vermezler ve dışarıya atılmasını sağlarlar. Bu askerlerin kolları proteinlerdir ve sızdırmazlık için oldukça önemlidirler.
- Bağırsak hücrelerimiz ne kadar sağlıklı ise, sızdırmazlık o kadar azdır. Bağırsak hücrelerinin arasındaki bağlantının sağlıklı olması için gergin ve güçlü bir biçimde durması gerekir ki, bu da ancak hücrelerin yeterli enerjisi olduğunda gerçekleşir.
- Dost olarak andığımız küçük canlılar besinlerle alınan prebiyotikleri kullanarak kısa zincirli yağ asidi denilen molekülleri oluştururlar ve bunlardan enerji üretilir. Bu demektir ki bağırsak hücrelerinin sağlıklı olması buradaki dost küçük canlıların yani probiyotiklerin sağlıklı olmasına, yeterli prebiyotik alımına ve bakteriler tarafından yeterli kısa zincirli yağ asidi üretimine bağlıdır.
- Çok tatlı ve şekerli beslenenlerde hastalık yapıcı küçük canlılar çoğalır ve bunlarda kısa zincirli yağ asidi üretemezler. Sonuçta enerji üretimi azalır. Bu durum kısa süreli olduğunda vücut bununla bir şekilde başa çıkabilir ama bu durum uzun sürerse enerji azalacağı için hücreler gerginliğini kaybeder, büzüşmeye başlar. Bunun sonucunda büyük moleküllü ve atılması gereken maddeler buradan emilerek dolaşıma katılabilir.
- Geçirgen bağırsak sendromu oldukça yaygın olarak karşılaşılan durumlardan biridir. Beslenme de yapılan yanlışlar, antibiotik kullanımı, yüksek glisemik indeksli besinler, aşırı stres ve kortizon kullanımı gibi durumlar geçirgen barsak sendromu denilen duruma neden olurlar. Bununla birlikte bağışıklık sistemi kökenli pek çok hastalığın ortaya çıkmasına neden olur. Artık günümüzde otizim den tutun multipl skleroza, dikkat eksikliğinden tutun, Alzheimer hastalığına, ya da depresyondan anksiyeteye kadar pek çok hastalığın oluşmasında bağırsağımızdaki bu geçirgenliğin bozulmasının doğrudan etkisi vardır.